
Elveda Deli Ben!
Susar mısın ama artık! Mevlânâ’nın merdümgiriz ruhu? Hatta, bir süre o ağzını hiç açmasan da olur. İzin ver, birazcık da biz konuşalım… Biliyorum, çok üzgünsün. İşte tam da bu sebepten düşünmeye bir süre ara vermen gerekiyor… Çünkü rivayete göre bir süredir altıpatları kafana doğrultmuş, takvimlerle sidik yarıştırıyormuşsun derinden. Hasta olduğunu biliyordum ama bu kadarına pes! Dirayetli herifmişsin… Maşallah valla! Bunca zamandır ölmemiş olmana şaşırdım doğrusu…
Fakat anlayamadığım bir şey var; neden seni hiçbir şekilde tartamıyorum? Hiç mi kimse sormadı sana bugüne kadar, derdin ne diye? Hâlâ nasıl böyle olabiliyorsun? Cahil de değilsin ki be adam! Doğruyu söyle bak, bizi mi koparıyorsun? Öyle karşılıksız sevmeler, olmayana değer biçmeler, almadan vermeler falan? Ne ayaksın oğlum sen! Kim inanır bunlara, kim ciddiye alır seni? Hadi birileri aldı diyelim, ne halta yararsın ki bu halinle? Duydum ki son zamanlarda artık bizi bırakmış, duvarlarla konuşuyormuşsun? Gerçek olmasın ama bu… Uçtun iyice sen! Duruşunu sevdiğimin pis fakirine bak hele! Hayatı falan sorgular bir de haspam! Varoluşsal sancılar da çekiyor musun bari? Geç bunları, geç! Geçen parkta görmüşler; şarapçılarla dertleşirken bir yandan çekirdek çitliyormuşsun. Çakal… Kesin bir kayboluşa ağlıyordun değil mi yine çocuk gibi? Tuzlu tuzlu ne iyi gitmiştir var ya! Oh… Arada gözlerine de bandırsaydın, entel varoş! Şimdi, şu soruma cevap ver de biraz geriye gidelim hadi…
Yavrum, sen değil miydin; evinin duvarlarını marjinal renklere boyarken çocuklar gibi neşeli? Hani hayallerin vardı, yalın ve sonsuzluğa uzanan? Romantizm tanımın ayrı kalamamaktı hiç… Kıç kadar balkonu aromaya boğabilen iki fincan kahveydi… Çok da sevmiştin, eminim. Eğer, sevgisizlikle de ilgili değilse tüm bu yaşadıkların; o zaman ne halt yemeye, her şeyi ve herkesi geride bırakıp, yaratıcının bile es geçtiği yerlerde bağdaş kurdun da viran eyledin? Neden boş yere üzdün çocuk gibi de üzüldün o kadar? Niye girdin ki sonu “seninle” en başından belli, böyle bir umutsuzluk özlemine? Mülteci isteklerin falan yoktur herhalde dağlardan, çift sesli devrimci türkülere dost? Biliyorum; çünkü, ne sen Davaro’sun, ne de bu hayat bir rol yapma efsanesi…
Bak, beni yanlış anlama lütfen, olur mu? Üzerine gelmek değil amacım. En nihayetinde sen de bir insansın. Zaten yeterince vicdan yapıp, kalp sıranı salmışsın. Ben sadece, normal bir hayat ile bağlarını koparıp, yalnız ve umutsuz bir algıda dünyadan hâlâ ne beklediğini merak ediyorum. Yoksa, kendin gibi hissetmeyi mi düşledin bir bedende? Ya da bir rüyayı anlamak mıydı, o renkli düşün? Düşünüyorum da, be kör adam, renklerimiz bile farklı bizim. Baksana, ben bile bazen anlayamıyorum seni! İyisi mi, şimdilik bir kenarda dursun geçmişin. Zaten duruyordur da, bilmez miyim? Bir çamura bile söz versen, izlerinden arınana kadar kendi köşende pislik içinde kıvranır durursun, tanıyorum seni. Bu eylem aşkla, meşkle falan da ilgili değil, bunu da biliyorum. Tuhaf yanın işte, öylece şans vermeden bırakabilmek yok doğanda. Bir keresinde bana; “İnsan, gördükleri ve yaşadıkları karşısında duruşunu asla bozmamalı, yoksa benliğini her daim aşağı çeker, zehirler ve yitirir,” demiştin. Sanırım bu yüzden, onlar gibi olmak yerine, o sesleri hep aynı tonlarda çıkarırken, sadece seni duyabilmelerini arzuladın. Böyle yaşamak zor olmalı dostum, bazen üzülüyorum sana.
Ama bir umut, artık anlayabildiğini umuyorum; yükselen duvarların altındaki alçak insanların hislerini. Ya da kavrayabilmişsindir umarım, sebep-sonuç ilişkilerini ilke edinmiş garip karakterleri. Önünü göremediğin yollara bodoslama dalar mısın sen öyle? O kadar kolay mı yahu insan seçmek? Şey… Pardon, adı sevgiydi değil mi? Aşka dönüşebilen realite örgüleri. Olur öyle, takma kafana…
Travmaların narince okşandığına göre, artık kendini de bulmuşsundur diye düşünüyorum. Şarapçılar dediler ki; şimdi acıklı şarkılar bir şey ifade etmiyormuş senin için. Hatta acıyormuşsun kalp tutkunlarına, delici bakışlarınla… Hayat artık toz pembe değil, açık kahverengiymiş senin için. Şaşırdım ve üzüldüm doğrusu, başka renk mi yoktu “len” sahiplenecek? Oysa, bana hep, sevgi bu dünyadan olamayacak kadar kutsaldır derdin…
Anlatsana, tüm bu yaşadıklarının ardından, geçen birkaç yılda neler oldu da bu halde geldin?
Konuşmak istemiyor musun? Nasıl yani? İyi de sen böyle durumlarda susmazdın. Hatta, susmak ölmek gibidir derdin hep, aynı titreşimdeki insanlar arasında…
Ne? Zaten ölmüş müydün? Yani, hiç doğmamıştın aslında, öyle mi? Bir hayale inandım diyorsun… Bu, yaşamamayı önceden seçmiş olmak gibi bir şey sanırım, acımasız bir rulet oyunundaki onursuz ve son ihtimalde?
Peki, susayım o halde ben. Hazır sen de susmuşsun, sonsuza dek küselim madem. Şimdiden başımız sağ olsun… Elveda canım sesim… Elveda deli sen…