• ekokten@etu.edu.tr
  • TOBB ETÜ - BTM
Kurgu
Öznesini Tüketen Yüklemler

Öznesini Tüketen Yüklemler

Çalılıklardan tutunarak tüm gücümle yeşile doğru emeklemeye başladım.

Emeklerken kendimi tanıyor, tanıdıkça daha fazla düşünüyordum. Düşüncelerim bana güç verirken, fikirlerim sanki başka bir fikri destekliyor gibiydi. Heyecandan eteklerim zil çalarken, gün kirpiklerimde yeni ağarıyor; ben ise, bu ikilemin can alıcı seyrinde, doğuştan sahip olduğum yürüme içgüdüsüyle, beni gerçek kılan ve büyümemi sağlayan kavramların hangi düşüncelere bağlı olduğunu anlamaya çalışıyordum.

Ormanın derinliklerine doğru ilerledikçe daha da güçlendiğimi hissettim. Yol aldıkça dizlerim daha fazla bükülüyor, ayaklarım yere daha sağlam basıyordu. Mutlu, hevesli ve ilham dolu bir halde, yürümeyi öğrendiğim ateş böcekleriyle dolu bu taptaze başlangıcın tutku dolu oyununda, bir an bile yavaşlamak istemiyordum.

Salgıladığım adrenalinin de etkisiyle, düşe kalka, günlerce anlamını bilmediğim o belirsiz izleri sürdüm. Anlar geçti zamanda, zamanla yavaşladım. Zaman durdu aniden ve zamansızca tökezledim.

Bir süre sonra, heyecanıma yenik düşüp arkama hiç bakmamış olduğumu fark ettim. Bakışlarım kıyıyı çoktan geride bırakmıştı. Doğduğum yerden bir hayli uzaklaşmış, belki de yolumu kaybetmiştim; umursamadım. Çünkü çıkmış olduğum bu yolculuk, bana daha önce hiç hissetmediğim kadar huzur veriyordu. Kendi ayaklarım üzerinde durmaya yeni başlamışken, içimde filizlenen bu varoluş sevincinden daha başka ne isteyebilirdim ki? Bir tarafım su damlalarından ilham alırken, diğer tarafım yeşil mi yeşil bir ormanı arzuluyordu.

Belki de varmak istediğim noktadan daha da etkileyici olan, yol alırken sahip olacağım duygularım ve inancımdı.

Peki, hayat kendi başına bir amaç olabilir miydi? Yoksa, amaçların bu çok bilinmeyenli denkleminde, bize sunulmuş sadece bir araç mıydı?

Soruları bir kenara bıraktım ve sessizce ilerlemeye devam ettim.

Yaprak çıtırtılarının sesleri yerini sessizliğe bıraktığında, yalnız hissetmeye ve korkmaya başlamıştım. Ay ışığı ve yıldızların göz kamaştırıcı ihtişamı beni korkunç halde hırslandırırken, bir yandan da içten içe düşünmeye sevk ediyordu. Ateş böceklerinden uzaklaştıkça içimi bir endişe kaplıyor, onu kaybedecek olma düşüncesi beyin kıvrımlarımda sancılar ve sanrılar eşliğinde çoğalarak yankılanıyordu. Belki de en büyük korkum, onu kaybetmekten bile daha çok, bu hissiyata bir daha hiç ulaşamayacak olmaktı. Yine de ilham dolu bir ferahlık vardı kalbimde, gülümseyen bir imgeye tutunan göz bebeklerimdeki bu puslu hayalde…

“Bir saniye! Bahsettiğin şu hissiyatı biraz daha açabilir misin? Öznesinden bile kıymetli gibi resmettiğin bu abartılı bakış açısı, sence de biraz garip değil mi?

Nasıl yani?

“Tümden geldiğin bir öznede, onu destekleyen ve yücelten değerler de anlamlarını yitirmiyorlar mı diyorum. Yani, bahsetmiş olduğun hissiyatın kaynağı da bu bağlamda yine bir gözlemden ve seçimden ibaretmiş gibi…”

Ha! Aslında, bir bakıma doğru söylüyorsun. Evet, bir seçim yapmak zorundayız. Fakat dünyevi boyutta, mantıkla seçilmiş bir olguyu sevmeye çalışmak; korkak, bencil ve kendi başına hayatta kalabilmekten aciz varlıkların tercihi olsa gerek. Bence, sevilen şey varlığı ile yargılanmamalı ve sıradan bir şık olarak değerlendirilmemeli. Aksine, bu her neyse, kişinin kendisine daha da ait hissettirmeli. Yani, en azından kendi içindeki gerçeklikle bağdaşan felsefi bir düzeyde böyle düşünebiliriz. Tıpkı sonradan edinilmiş bir evlat, bir fikir ya da bir hayal gibi.

“Yani, seçimlerimiz ve hislerimiz aslında bir tür hayatta kalma dürtüsünden ve tüm bu oluşumun arkasında gizlenen korkularımızdan mı ibaret diyorsun?”

İki dakikalığına, şuursuz yöntemlerle ve inançlarla, nedensellik kalıplarına sokularak, insani özellikler yüklenmiş bir yaratıcının gözlerinden şu insanlığa bir bakış atmanı istiyorum. Kanlı canlı tüm kavramları zihnimizin duvarlarında parça pinçik ederken, ciddi bir kişilik bozukluğu türevinde, tıpkı bir akıl hastası gibi, böylesine net, anlamadan ve bencil bir tanrı kompleksi izinde hareket ediyor oluşumuzun uzaktan ne kadar “ruhsuz” görünebileceğini bir düşün. 

Değersiz bir varlık olduğumuzu kabullenmek neden bu kadar zor. Bu hırsın kaynağı ne? Neden sadece sevebilmek bile bu kadar güç?

Sonu olan bir yaşama kendimizi bu kadar kaptırıp, tahmin bile edemeyeceğimiz kadar karmaşık bir evreni, böylesine samimiyetsiz ve kendi felsefesiyle zıt bir denklemde çözebilmek uğruna girdiğimiz rolleri, yaptığımız seçimlerle ve sahte eylemlerimizle harmanlayıp kendini biraz sorgula. Sonrasında yine devam ederiz, iyi geceler.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir