
Doktor Barneo (Yazım aşamasında)
Doktor Barneo
22. yüzyılın başlarında patlak veren biyolojik savaş sonrası, dünya üzerindeki son kaynakları tekelinde tutan bazı sayılı aileler, geliştirdikleri yapay zekanın analiz ve tahmin yetenekleri sayesinde üretimin yoğunlaştığı bölgelerde kontrolsüz bir güç elde etmişlerdi. Ancak bu rejime kayıtsız kalmak istemeyen cesur bir azınlık, bilim ile sonuçlanacak türden bir devrim hayaliyle gizli bir örgüt kurmaya karar verdi. Bu amaçla, kendileri gibi olan cesur bilim insanlarını bir araya getirerek, onlara kuantum fiziği ve nörobiyoloji alanlarında deneysel çalışmalar yapmaları için destek verdiler.
Projede adı geçen bilim adamlarından biri olan Doktor Barneo ve takım arkadaşlarının akıl almaz hikayeleri işte bu şekilde başlamıştı!
Bölüm I: Adaletsiz Süreç
Zaman içinde, çalışmaların yoğunlaştığı bölgelerde artan enerji salınımı ve belirli noktalardaki yoğun veri akışı, yönetimin dikkatini çekmişti. Hükümetin talebi üzerine, bilim yönetim kurulu, bu anomalilerin çevresindeki fiber optik veri yollarını ve iletişim ağlarını gizlice dinleme kararı aldı. Bu kapsamda gerçekleştirilen operasyonlar ve akabinde yapılan uzun süreli uğraşlar sonucunda, çözülerek analiz edilen verilerin büyük bir bölümünde, insan benliğini ve yaşamı simüle edebilmek adına, beynin elektronik ortamlarda modellenmesini amaçlayan bazı kompleks verilere rastlandı. Bu gelişme üzerine yönetim kurulu, kırmızı alarm vererek, tespit edilen bölgelerdeki tesisleri ve laboratuvarları kolluk kuvvetleri ve yargı denetiminde incelenmeye aldı.
Bu durum, yerel hükümeti oldukça endişelendirmişti. Olayın, üst düzey yönetim kademelerinde duyulmaması için, hızla müdahale etme kararı aldılar. Yapılan incelemeler sonucunda, tespit edilen binalardaki tüm dokümanlara, prototiplere ve deney düzeneklerine el konuldu. Projede yer alan katılımcılar ise gizlilik sözleşmeleri ve tehditler eşliğinde, hükümete deney hakkında bilgi vermek şartıyla gözlem altında yaşamaya mahkum edildiler.
Tüm bu baskılara rağmen direnen ve talepleri reddederek, kritik bilgileri saklayan proje lideri Doktor Barneo ise kırmızı listeye alınarak, sahibi olduğu şirketi, projelerinin toplum ahlakına ve inançlarına karşı tehdit ve manipülasyon içerdiği gerekçesiyle iflasın eşiğine getirildi. Fakat, tehlikenin farkında olan ve gelecekte başına gelecekleri önceden tahmin eden Barneo, beklenmedik bir anda arkadaşlarını da yanına alarak gizemli bir şekilde ortadan kaybolmayı başardı.
Bilindiği üzere, gerçek tehlike, bu projenin potansiyel bir felakete yol açabilecek kötü niyetli insanların eline geçmiş olmasıydı. Barneo ve ekibi, bu kuruluşlarla baş edebilmek ve geleceğe daha umutla bakabilmek adına sessizce yer altında kuracakları tesislerinde, tarihin en büyük projelerinden birini hayata geçirme konusunda kararlıydılar.
Peki, Barneo ve takım arkadaşları, yola çıktıkları bu davada, geçmişlerinde yaptıkları gibi bir kez daha küllerinden doğabilecekler miydi?
Bölüm II: Benliğin İzlerinde
Barneo’nun liderliğindeki ekip, bilincin elektronik ortamlarda simüle edilebileceği sanal evrenler oluşturma fikriyle bir araya gelmişti. Ancak, bilişsel fonksiyonlardan genetik kodlara, verilerin işlenme biçimlerinden hormonların tepki mekanizmalarına kadar birçok kavramı bir araya getirirken, yaşanacak kopya evrendeki gerçeklik algısını değiştirebilecek her olguyu en ince ayrıntısına kadar anlamak, kategorize etmek ve dijital bir ortama aktarmak, teorik olarak mümkün olsa da, sayıca az olan bu insanlar için pratikte oldukça zorlu bir görevdi.
İnsanlık tarihinde çok uzun bir zaman önce, beyni küçük parçalara bölüp yüksek çözünürlüklü elektron mikroskopları ile, hücreler ve aralarındaki bağlantıların tam haritası çıkarılmak istenmişti. O deneyde kullanılan Fare beyninin boyutu hemen hemen bir kum tanesi kadardı ve içinde yüz bin nöron, bir milyar sinaps ve dört kilometrelik sinir lifleri bulunuyordu. Beyin parçacığı tam yirmi beş bin dilime bölündü ve beş elektron mikroskobu, aylarca süren bir çalışma ile yüz milyondan fazla görüntü elde etti. Görüntülerin üç boyutlu modelini oluşturmak tam üç ay sürerken, tamamlanmış veri seti, iki milyon gigabaytlık depolama alanını doldurmaya yetmişti. Bu bilgiler doğrultusunda üstünkörü bir kıyaslama yapıldığında, insan beyninin tamamını taramak için aynı işlemi yaklaşık olarak bir milyon kez daha tekrar etmek gerekiyordu. Ancak, beyni tam anlamıyla simüle edebilmek için hücre düzeyindeki bütün işlemleri gerçekleştiren milyarlarca temel proteini ve molekülü inceleyecek daha ayrıntılı haritalara ihtiyaç duyulduğunda, bu işlem o an için imkansız gibi görünüyordu.
Teknolojinin gelişmesiyle, yıllar sonra aynı işlemi insan beyni üzerinde tekrar etmeyi denediler. Verileri işlemek ve şemaları oluşturabilmek için son teknoloji kuantum bilgisayarları kullanıldı. Fakat bu devasa oluşumu besleyebilecek enerji kaynaklarını kullanmak hem çok riskli hem de tehlikeliydi. Bu yüzden, bu seçenek yeni dünya düzeninde onlar için mümkün görünmüyordu. İnsan beyni ile elektronik cihazlar arasında kurulan aktif zamanlı veri transferi yöntemleri ise devrimsel açıdan yeterli potansiyele sahip değildi.
Onların odak noktası, öncelikle insan zihninin derinliklerindeki sırları çözmekti. Hatta Doktor Barneo, beynin karmaşıklığını, düşüncelerin çalışma fiziğini ve insan benliğinin doğasını anlamaya yönelik takıntılı bir hâl içindeydi. O, her zaman tecrübelerinin ve düşüncelerinin ışığında, konuyla hep iç içe olmak ve tüm nedenleri beyin hücrelerinde gece gündüz yaşamak isterdi. Sahiplendiği kavramları tüm olasılıklar dâhilinde teker teker ele alabilmek ve hataya yer vermemek adına sürekli kafa karışıklıkları yaşardı.
Zihnin, bedenle sıkı sıkıya bağlı olmaksızın nasıl var olabileceği, onu her düşündüğünde derinden etkiliyordu. İnsan benliğinin, kendi bedeninde neden bu kadar içselleştirildiği ve aynı benliğin yan yana klonlanmış iki kopyasında bile nasıl farklı hissedebileceği gibi sorular, Barneo’nun uykusuz gecelerinin ana temasıydı.
Bir gün, kuantum fiziği ve bilinç transferi alanında gözlemler yaparken, insan zihninin ne kadar esnek ve değişken bir bilince sahip olabileceğini sorgulamaya başladı. Ardından, aklına o meşhur düşünce deneyi geldi: “Theseus’un gemisi”.
Kafasındaki fikri, ekip arkadaşlarıyla uzun bir süre gözden geçirdikten ve tartıştıktan sonra, bu felsefi düşünceyi bilinç transferi alanındaki çalışmalarına entegre etmeye karar verdiler. Bu yeni perspektif, onun ve ekibinin, kuantum fiziği alanındaki fikirlere odaklanarak, nesnelerin kitlesel biçimde klonlanabilmesi fikri üzerine yoğunlaşmalarını sağlamıştı.
Uzun yıllar süren çalışmaların ardından, bu konsepti destekleyen birçok bilim insanı ve yatırımcı da projeye katıldı. Bir süre sonra, sahip oldukları teknoloji ve beyin gücü dünya üzerinde eşi benzeri olmayan bir noktaya ulaşmıştı. Dünyanın dört bir yanından binlerce bilim insanı, farklı atölyelerde aynı projeye odaklanarak, onlara destek verdiler. Çalışmanın meyveleri yavaş yavaş alınmaya başlandığında, proje de yankılanarak daha da büyümüştü. Böylece, koca bir bilim insanı ordusu, bu ilhamla yollarına uzun bir süre daha hız kesmeden devam ettiler.
Beklenen gün geldiğinde, benliğin izleri; birbirine yabancı ama aslında aynı adam olan iki klonun endişe dolu sözleriyle tüm dünyada yankılanacaktı.
“Biz kimiz, ve neden çoğalmaya bu kadar meraklıyız?”
Bölüm III: Kimim Ben
Beklenen gün sonunda gelmişti…
Beyaz duvarları sarıp sarmalayan kar kütleleri, prefabrik yapının içini buz gibi esen soğuk hava ile dolduruyordu. Ne yazık ki, bu projeyi toplumdan saklamanın başka bir yolu yoktu. Doktor Barneo, hayatının çalışması olarak nitelendirdiği, insanlık tarihinin en inanılmaz deneyini; yer altında yıllar önce kurmuş olduğu tesisinde, gizli ağlarına dahil olan binlerce insanın gözleri önünde dakikalar sonra hayata geçirecekti.
Deney binasının içinde bir gerginlik hâkimdi; bir yanda heyecan, diğer yanda mutluluk ve merak, adeta birbirine karışmıştı. Uzun yıllar süren testlerin sonucunda hayvanlar ve objeler üzerinde başarıya ulaştıkları deneylerde; bir makine, kapsül içindeki dalga ve parçacık titreşimlerini eşzamanlı olarak diğer kapsüldeki boş alanda, birebir aynı şekilde yeniden oluşturabiliyordu. Bu sayede, boş kapsülün içindeki gizemli alan, dolu kapsüldeki “şey” ile eşlendiğinde, orada bulunan her şeyin birebir anlamda bir kopyası, boş kapsülde de oluşuyordu. Ancak bu devrim niteliğindeki deney, daha önce insan kullanılarak hiç denenmemişti.
Yaşanacak olan bu deneyde garip olan diğer bir şey ise, bu deneyin deneğinin, etik kuralları ve kendi isteği neticesinde, bizzat Barneo’nun olacak olmasıydı. Çünkü o, hayatın gri tonlarını gördüğü her noktada olduğu gibi, kontrolün bu kez de kendisinde olmasını istemişti. Ölümle burun buruna gelmesine ramak kala, insanlığın kaderini sonsuza dek değiştireceği o deneyin başlangıcına sadece bir adımı kalmıştı.
Bir süre sonra…
Gerekli hazırlıkların ve kontrollerin ardından, hareketli platformlar ve makine, olması gerektiği şekilde konumlandırıldı.
O, ekip arkadaşları ve dünyanın farklı yerlerinden onları izleyen binlerce bilim insanı, bu tarihi ana şahitlik edebilmek adına çok uzun bir süre bekliyorlardı.
Doktor, deneyin ne kadar ciddi ve riskli olduğunun farkında olsa gerek; o anda, ölüm korkusu iliklerine kadar işlemişti. Fakat daha önce yapmış olduğu provalar tecrübesinde, sürecin sağlığı açısından heyecanını ve korkularını kontrol altına alması gerektiğinin de farkındaydı. Duygusal tepkilerini bastırabilmek adına düşüncelerini farklı yönlere odaklamaya çalıştı. Kısa bir süre sonra, kendini toparlayarak, sakin bir şekilde merdivenlerden çıkıp kapsülün içine doğru ilerledi. Kapsüle girdi ve kapağını üzerinden kapattı. Deney giysisini çıkarıp dış bölmedeki saklama alanına yerleştirdi. Sonra, derin bir nefes alarak, titreyen parmaklarıyla işaretini verdi ve kapağın kilitlenmesi için kafasını hafifçe salladı. Artık geri dönüşü olmayan bu süreç tam anlamıyla başlamıştı.
Hareketsiz bir şekilde, makinenin başlatılacağı anı beklemeye başladığında, kulaklarındaki uğultu adeta kafasının içinde yankılanıyordu. Gözlerini kısarak, yüksek frekanslı dalgaların titreşimlerinde düşüncelere dalmanın kendisini rahatlatabileceğini düşündü. O anda bedeni, antik bir geminin birleşecek olan parçalarını bekler gibi hayallerini arzularken; ruhu sanki çatırtılar eşliğinde sallanıyordu. Sonra, gözlerini büyük bir kararlılık ve umutla, karşısındaki boş kapsüle odakladı. Birkaç dakika sonra, o boşlukta, kendisinin bu dünya üzerinde nefes alan yeni bir kopyası oluşacaktı.
Geri sayımın ve sessiz bekleyişin ardından, deney başlatıldı. Doktor, artık hayatının en büyük rüyasıyla yüzleşmeye çok yakındı. Çünkü bir benliğin, kendisinin tam anlamıyla kopyası olan bir varlığa karşı bile yabancı hissedebilecek durumda olması potansiyeli, onun için her zaman düşündürücü ve korkutucu olmuştu.
Deney anı…
Kapsülün içi, enerjisi emildikten sonra koruyucu bir sıvı jel ile dolmaya başladı. Doktor Barneo, gözlerine doğru yükselmekte olan sıvının ivmesini, karşısındaki kapsülün camındaki yansımadan izliyordu. Nefesini tutarak, göz çukurlarındaki ıslaklığı hissettiğinde, ailesini ve tüm hayatını belki de son bir kez, yoğun bir şekilde düşünmeye başladı. Gözlerini kapattı ve zihninden geriye doğru yavaşça saydı. Zihni, sessizlikle dolup taşıyordu; sanki zaman durmuş, dünya o anda yok olmuş gibiydi.
Gürültüyle patlayan kapsüllerin ortasında, yoğun bir ışık huzmesi ve elektronik toz bulutu eşliğinde, Barneo, büyük bir şok içinde az önce almış olduğu nefesi, korkuyla geri verdi. Patlamanın basıncıyla etrafa yayılan elektromanyetik dalgalar, etraftaki tüm devrelere zarar vermiş; kayıt kameraları hatta jeneratörler bile devre dışı kalmıştı.
Oluşan kopyası ve o, aynı anda platformun tepesinden aşağıya; merkezdeki karanlık toz bulutunun ortasına panikle atladılar. Bu sırada, diğer insanlar da ne olduğunu anlamaya çalışarak, telaş içinde hareket ediyorlardı.
Yaklaşık bir dakika sonra jeneratörler devreye girdi ve etraf yavaşça aydınlanmaya başladı. Gördüklerine inanamayan kopyalar, kendilerini, aynı şaşkın ifadeyle birbirlerine ürkek bir şekilde bakarken buldular. Ancak, bu karşılaşma sonrası gözlerindeki kırılmalar, içlerinde bir şeylerin daha o anda değişmeye başladığını kanıtlar nitelikteydi. Bu tuhaf durumda her iki adam için de karşılarında patlamadan hemen sonra üretilmiş olan ikinci bir kopya duruyordu. Çünkü patlama anından bir saniye öncesine kadar ikisinin de hafızasında yer alan bilgiler birebir aynıydı.
Doktor, olacakları önceden kurgulamış ve en ince ayrıntısına kadar düşünmüştü. Kendisiyle aynı şeyleri düşüneceğinden emin olduğu bir varsayıma dayanarak, ilk anda kendi kopyası ile konuşmadan, simetrik olarak tasarladığı deney binasının yakınındaki kapıdan çıkıp odasına gidecekti. Dolayısıyla, diğer kopya da aynı şeyleri taklit edecekti. Ancak, ikisi de henüz gözlerini bile açamadan yaşanan bu talihsiz olay, tüm planları alt üst etmeye yetmişti.
Deney sonrası…
Her ne kadar aynı düşünceleri ve duyguları paylaşsalar da ikisinin de başlangıç noktası olan büyük patlamanın ardından deneyimledikleri evrenler çoktan farklılaşmıştı. Farklı bir olasılıkta ve düzenekte, kendi kopyalarını sadece izlemekle yetiniyor olsalar bile, göz ve vücut kaslarının kusurlu otomasyonundan kaynaklanacak olan odak ve hareket farklılıkları, baktıkları noktalardan yansıyan renkler ve hatta ısı ve ışığın tonlarındaki ince detaylar bile benliklerinin çevresel faktörler tarafından farklı yönlendirilmesi için yeterli olacaktı. Kısacası, mutlak olmayan bir evrende, hiçbir şey, hiçbir şekilde birbirinin aynı olarak sonsuza dek kalamazdı.
Artık kendisi de dahil hiç kimse orijinal kopyanın kim olduğunu bilmiyordu, çünkü karanlık zamanı yutmuştu.
Barneo, kendisinin bir kopyasını yaratarak, algının kaybolduğu bir olasılıkta yarattığı o kopyaya dönüşmüştü. O artık aynı zamanda hem kendisinin kopyasıydı, hem de kopyasının bir aslı. Ve her ikisi de ayrı ayrı düşünüyordu ve öyleyse de vardı. Aralarındaki tek fark, birinin ayak bileğinin kaza sonrasında ciddi bir şekilde burkulmuş olmasıydı.
Acaba kapsüle ilk giren Barneo hangisiydi?
Peki, arkadaşları ve sevdikleri açısından bunun gerçekten de artık bir önemi var mıydı? Ya da olacak mıydı?
Devamı gelecek…